
Zamanı geriye alıyorum. Sen de al. Yaşın kaç olursa olsun önemli değil. Hayali bir yolculuğa çıkalım seninle. Geriye doğru ilerledikçe fazlalıklarımızı atıp hafifleyelim. Maddi manevî yük olan ne varsa atalım. Bakalım nasıl bir tablo ortaya çıkacak. İçimizden biri olsun bu kişi. Kim olduğu çok önemli değil. Büyük ya da küçük hiç farketmez. Nadim olsun yeter. Nedamet getirsin yeter. Onun geriye doğru yolculuğuna tanıklık yapalım. Kahramanımızın yaşantıları üzerinden olası pişmanlıklarımıza pansuman tedbirleri uygulayalım. Sözgelimi intikam alma yerine affetmeyi tercih ettiğimizde kendi kendimizi mükafatlandırmış olmanın muştusuyla sükûnet bulalım. Bir hayatı israf etmemiş olmanın şuuruyla huzura kapı aralayalım. Karnımıza girenlere bir dedektör tutalım. Bulunduğumuz insan hintarlandı ile kanaat etmek yerine popülizmin tuzağına düşmeyelim. Eşyanın insan üzerindeki hegomonyasına son verelim. Zaman konusunda yanılgıya düşmeyelim. Daha nice israf türüne karşı kanaat elbisesi ile huzurun kalesini inşa edelim. Öyleyse hadi başlayalım.

Son lokmayı ağzından çıkardı. Karnı doymuştu. Bu bana lazım değil, dedi. Kabın içine koydu. Bir öncekini çıkardı. Aslında bu da çok gerekli değilmiş dedi. Yıl boyunca elzem olmayan her fazlalık gıdayı çıkarıp kabın içine doldurdu. Bir yıl gerisine gitti. Aynı şeyi yaptı. Bu böyle devam etti. Kabın büyüklüğüne şaşırdı. İçindekilere göz gezdirdi. Bunları kendisinin yiyip yemediği konusunda tereddüt yaşadı. Fakat güneşin balçıkla sıvanamayacağını gayet iyi biliyordu. Başa dönmeden önce aklına “Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şayet mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır.”[1] sözünü hatırladı. Nedamet getirdi. Yolculuğun ilk safhası tamamlanmıştı. Yeni bir yolculuk için başa dönmesi gerekiyordu. Döndü.

Kalemliğin içinde fazladan duran aynı tip kalemleri satıcıya geri verdi. Parasını aldı. Cebine koydu. Zaman geriye doğru aktı. Okul yıllarında belki lazım olur diye aldığı ve hiç kullanmadığı pergel setini markete geri verdi. Ücretini alıp cebine koydu. Salon salomonje hayaline uygun sehpa geldi aklına. Hiç kullanamamıştı. Oysa katalogda ne güzel duruyordu. Göründüğü gibi olmadığına kanaat getirdi. Mobilyacıya geri verdi. Zira orta sehpa evde hiç kullanamamıştı. Çünkü çok yer kaplıyordu. Mobilyacı bir tomar para iade etti. Parayı aldı ve cebine koydu. Yıllar geriye aktı. Fazlalık eşyaları aldığı yerlere geri iade etti. Bu böyle devam etti. Bir zaman sonra cepleri geri gelen paraları almaz oldu. Kullanmadığı eşyalar için çatı katını uygun buldu. Çatı kapısından şöyle bir baktığında gereksiz ne kadar da eşya aldığını fark etti. Bunlar ona lazım değildi. Örümceklerin şenlik alanına dönüştü çatı katı. “Spotçu” tabelası assa yeriydi. Başa dönmeden önce bir film repliği aklına geldi. “Ne kadar çok alırsan o kadar azalırsın.”[2] Nedamet getirdi. Yolculuğun ikinci safhası da tamamlanmıştı. Yeni bir yolculuk için başa dönmesi gerekiyordu. Döndü.

Seviyesi düşük bir tartışmadan sonra arkadaşı ile yollarını ayırdı. “Seni hiç tanıyamamışım. Gerçek yüzünü görememişim!” dedi. Sosyal medya üzerinden arkasından olmadık şeyler söyleyip yazan arkadaşı hakkında düşünürken hayatından gelip geçen insanları düşündü. Şunlar şunlar olmasa fena olmazdı, dedi. Şuna da gerek yoktu. Çalıştığı iş yerinde gelip geçen insanları düşündü. Şu idareciye aşırı saygı gösterdim de ne oldu? Bana mobing uyguladı diye düşündü. Onu da çıkardı. Yıllar geriye doğru aktı. Üniversite yıllarında sunum yaparken kendisini rezil eden arkadaşını düşündü. O da çıkmıştı hayatından. Otobüslere doldurdu sonra bu insanları. Hayatından sınır dışı etti. Yaşadığı onca akıl ağrısı azalmıştı. Akıl ağrısı da bir şey mi kalbi kuş kadar olmuştu. Bazılarını istemeye istemeye otobüse gönderdi. Zira eş, dost, akraba kategorisinde idiler. Hele yakın ailesinden otobüse göndermek zorunda olduklarına çok içerledi. Ama bazen olmuyordu. Bazen “Ben mağlûp oldum” demek gerekirdi. Nedamet getirdi. Yolculuğun üçüncü safhası zor da olsa tamamlanmıştı. Neden zordu. Duygularına en çok dokunan kısmı burasıydı. Huzurlu bir hayat için bu gerekliydi. Yapması gerekiyordu ve yaptı. Yeni bir yolculuk için başa dönmesi gerekiyordu. Döndü.

Elinde bir kronometre ile boşa geçirilen zamanları bulmak istedi. Bir sahil kenarında avare avare dolaştığı zamanları hesapladı. Görüntü değişti. Evde boş boş otururken geçen dakikaları hesapladı. Oysa bir işi bırakıp diğer işe girişmeliydi. Görüntü değişti. Uyumaktan gözlerine çapakların bağladığı zamanları hesapladı. Herkesin uyuduğu vakitlerde çalışmayı sürdürmeliydi. Görüntü değişti. Okul yıllarında arkadaşları ile yaptığı incir çekirdeğini doldurmayan muhabbetleri hesapladı. Kronometre bir hayli çalıştı. Oysa gençliğini eğlenmekle geçirenlerin ihtiyarlığında ağlayanlardan olacağını duymuştu. Görüntü değişti. Mahallede köşe başında her gece saatlerce beklediği zamanları hesapladı. Geceleri dinlenmek yerine tercih ettiği yol kendisini üzdü. Bir muhasebeci titizliği ile yaşamamıştı hayatı. Zamanı kullanış biçimi hiç hoşuna gitmedi. Tasarruf edebileceği ne de çok vakit olduğunu düşünerek hayıflandı. Nedamet getirdi. Yolculuğun dördüncü safhası da tamamlanmıştı. Yeni bir yolculuk için başa dönmesi gerekiyordu. Döndü.
İhtiyaçlar ilk insandan beri hiç değişmedi. Hayali yolculukta uğradığımız birkaç durak bize hem bireysel hem de küresel ölçekte tasarruf tedbirleri almamız gerektiğini salık veriyor. Kanaatin bitmez tükenmez bir hazine olduğu bilincinden uzaklaşan “modern insan” yerküreye en çok zarar veren canlı olarak tarihe geçti. Huzurlu bir hayat için kendi kendimize sormamız gereken harita soru şu: “Bu bana lazım mı?” Cevaben verilecek olan her “Bu bana lazım değil” cümlesi bizi hem madden hem de mânen bir yükten kurtaracaktır. Lazım olmak ya da olmamak. Bütün mesele bu. Sadelik ruhun ihtişamıdır. Sadelik midenin iltifatıdır. Zira midemize fazladan aldığımız her yük bizi ağırlaştırıp atalet içinde bırakmaktadır. Hareket kabiliyetimizi sınırlandırmaktadır. Evimize aldığımız her fazlalık bize rahatsızlık vermeye başlamaktadır. Fazladan harcanan her dakika ömür sermayesinden gitmektedir. Hayatımızda fazladan yer işgal eden her insan ruhumuzun üzerinde demoklesin kılıcı gibi durmaktadır. “Sürdürülebilir kalkınma” adı altında dünya kaynakları aşırı kullanılmakta hatta tahrif edilmektedir. Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan olmak istemiyorsak istekler ve ihtiyaçları ayrımını yaparak hayatımızı sürdürmeliyiz. Dünya bir misafirhanedir ve tüm genişliği ile insan yavrularını misafir etmeye devam etmektedir. Misafir, ev sahibine hürmeten eve zarar vermez. Edebimizle geldiğimiz bu misafirhaneden lütufla ayrılmanın yollarını ortak akıl ile bulalım. Gerekiyorsa fabrika ayarlarına geri dönelim. Plastik fabrikaları kapanması gerekiyorsa kapatalım. Evdeki bulgurlar hatrına yapalım bunu. Ev hatrına. Evin sahibi hatrına. Unutma. O sana lazım değil…
ENES KUŞAK
[1] Tirmizî, Zühd 47. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 50
[2] Kungfu Panda 2 – Usta Ugwey