Mülhem Yazar

Buz Dağının Sâkini

Buz dağının görünen kısmına mı bakıyorsunuz yoksa daha derinlere mesken edinmiş görünmeyen kısmına mı? Görünmeyen kısmının görünen kısmından çok daha hacimli olduğunu sağır sultan bile duydu. Bu satırlara gözleri değdiren ey sen! Sen duymamış olabilir misin? Sanmam. Sence insan deyince akla bu metafor gelebilir mi? Sana diyorum. Sağına soluna bakmana gerek yok. İnsanı beden-ruh bütünlüğüyle buz dağına benzetsek nasıl olur? Fena olmaz dediğini duyar gibiyim. Öyleyse başlayalım derine inmeye… Yüzeyde kalma ey sen! Bizim işimiz derinlerde…

Hepimizin bir buz hânesi var ve hepimiz içinde bulunduğumuz hânelerin birer sâkiniyiz. Buz dağının sâkini. Söylemek istediğimiz ne çok şey var. “Bir biz var bizden içeri.”[1]  İçimizde derinlere atılmış ne duygular, ne bilgiler, ne yaşanmışlıklar, ne mahrumiyetler var… Buz dağının görünmeyen kısmına depo ederiz bunları. Hatta hapsederiz. Batılı filmlerin çatı katlarındaki gizemler misali. Birçok sorun çatı katına atılmış eşyalarla ilişkili olarak çözüme kavuşur bu filmlerde. Çatı katında hikâyesi olanların zengin insanlar olduğunu okumuştum bir yerde. Olsun. Onlar da bizimle ‘insan’ olma paydasında eşitlenmiyor mu? Elbette evet. Onların da dağlarında buz, gözlerinde yaş yok mu? Elbette var. Deri renklerine göre akmıyor ki yaş. Ha siyah ha beyaz. Ne fark eder. İnsan olmanın en yalın hali gözlerden akan yaşlar ‘deri paletindeki tüm renkleri’ eşitlemiyor mu?

Bütün ‘ortam dinlemelerine’ rağmen bilmediklerimiz bildiklerimizden ne de çok. Ordasın değil mi hâlâ ey sen? Sana yazıyorum tüm bunları. Sizlere değil senlere yazıyorum. Orda kal ve sözlerimle birlikte yol al. Bilmek demiştik en son. Hatırlatma için teşekkürler.

Sözgelimi bir devlet başkanının bildikleri ile halkına bildirdikleri arasındaki fark kadar büyüktür, kendimizle ilgili mâlûmat mesafesi. Olması gereken bu mudur peki? Her şeyin “şeffaf” olmasını isteyenler nasıl katlanabilir buna. “Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.”[2] Her şeyi bildiğimizi ve her şeyi bildirdiğimizi düşünsenize…! Belki bu durum bir nebze teselli kaynağı olabilir. Nasıl mı? Unutmak ya da görünmeyene ‘saklamak’ iyileştirici olabilir kendimizi. Yeri gelir gaflet bir nimet olabilir. Nimetin de bir gaflete dönüştüğünü “sâkinlik tarihi” yazmıştır.

İnsan kapalı bir kutudur. Buz dağı da bir kutu sayılabilir. Siz kutu deyince dikdörtgenler prizması yahut kare prizma anlasanız da buz dağı kutu kategorisine girer. Bir başka deyişle buz dağı kutu hüviyeti taşır. Yani bizden. Yani bizi anlatan cinsten. İşte bu yüzden isminin baş harfleri ACZ[3] tutan şâir, şiirlerini kızlara değil de buzlara yazdığını söylüyor sanırım. Neden olabilir sizce? Şöyle bir düşünelim: Ete kemiğe bürünelim ve bir cisim olarak görünelim. Bu cisim bizim hakikatimizi tamamıyla yansıtsaydı eğer sonsuza kadar değişmeden kalmalı değil miydi? Bedenlerimiz ve biz. Ne kadar değiştik. Hangisi  biziz? Aynaya baktığında gördüğün yabancı bir resim mi? Tanıdık geliyor mu bu suret sana? Alışkanlık deme sakın bana! İnsan! Ah insan! Ne kadar şekil değiştirdi değil mi? İnsan! Ah insan! Her şeye alıştı değil mi? İnsan olmanın da insan kalmanın da zor olduğu kanaatini paylaştığımızı umuyorum ve tekrar insana geri dönüyorum. ‘Görünen’ değişe değişe ihtiyarlık limanına demirledi insanı. Sonrası. Sonrası çok daha varoluşsal bir mesele. Yokluk, çürüme, unutulma bir yanda cennet, yeniden diriltilme, hatırlanma, ebedî hayat diğer yanda. Aktı gitti insan bu iki nehir arasında. Seyyal.

Bu akışa bir şâir sözü hem karışır hem de yakışır. “Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;/Oluklar çift; birinden nur akar birinden kir.”[4] İnsan da her şeyle birlikte akıyor. Aktığımız mecra önemli. Peki seyredip düşünüyor mu? Neyi mi? Kendini ve evreni. “Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;/ Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!”[5] Varoluşsal bir akış ve hepi topu iki mecra. Nedir peki? Bedenle ilgili olanlar ile ruhla ilgili olanlar diye sadeleştirip asıl meselemize dönebiliriz.

Asıl mesele, görünenin ardındaki görünmeyendir. Leyla için yollara düşen Mecnun’un yolda bulduklarından sonra Leyla’dan geçmesidir asıl mesele. Mecnun’un buz dağında görünen Leyla ise görünmeyen Mevlâ değil midir? Başka bir deyişle, Mecnun buz dağına bakarak Leyla’yı gördü, fakat derinlere daldığında neyi buldu? Neyi buldu da görünenden vazgeçti? Burada soluklanalım ve ayakları yere basan cümlelerle devam edelim. Psikolojiden bir örnek verecek olursak, ekonomik sıkıntılar çeken bir babanın hiçbir suçu ve hatası olmamasına rağmen çocuğuna yahut eşine kızması görünmeyen kısım ile ilgili fikir vermiyor mu? Biz insanlar gizlimizle saklımızla insanız. Mesleğimizde bir mesafe kat ettiysek hatalarımız da o başarının bir parçasıdır. Tarihimizde yaşanan acı olaylar da tatlı olaylar da bizimdir. Bizimdir. Bizimdir… Güneşi doğuşa, ayı batışa yakıştırma. İkisi de doğuşa layıktır. Batış da her ikisine mahsus…

Mülhem 3

Buz Dağının Şâiri diye anılan Abdurrahman Cahit Zarifoğlu, anlaşılmaz şiirler yazması ile tanınır. Kişiliği de bir o kadar muammalarla doludur. En yakın arkadaşlarından ve Yedi Güzel Adam’dan biri olan Rasim Özdenören, onun hakkında “İnsanlar şiirleri anlamak için bir alet istiyorlar ki ellerine alsınlar o aleti ve anlasınlar, halbuki ben bile onun şiirlerini incelemiş ve hakkında yazılar yazmış biri olarak onu tamamen anlamış değilim.” ifadelerini kullanıyor. En yakınlarımızın dahi hakkımızda bilmedikleri o yerin adı “Buz Dağı” olabilir mi? Öyleyse bizler de o dağların birer sâkinleri değilsek neyiz?

Aşkı bir deniz kabul edersek eğer asıl mesele benliğimizin buz dağını o denize katarak deniz olmaktır. Eriyerek, benliğimizden geçerek, damla damla o denize karışarak sonsuzluğa varmaktır. Benlik davasıyla buz dağında ‘sâkin’ olarak kalanların sonu hüsran oldu. Derinlere dalan ise bulması gerektiklerini buldu. Ne mi buldu? Sen söyle…

MÜLHEM ÖĞRETMEN

Gökyüzüne Sâkin Ol

2022


[1] “Bir ben var benden içeri” Yunus Emre

[2] (Buhârî, Tefsîru sûre (5), 12; Müslim, Fezâil 134)

[3] Abdurrahman Cahit Zarifoğlu | Buz Dağının Şâiri

[4] Necip Fazıl Kısakürek | Sakarya Türküsü

[5] Necip Fazıl Kısakürek | Sakarya Türküsü

close

E-Bülten

Ücretsiz e-Bültenimize kaydolun ve en mülhem yazılarımızdan ilk siz haberdar olun.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu