Mülhem Yazar

Sipariş Vermek

Sipariş, bir şeyin yapılmasını, getirilmesini veya gönderilmesini birine ısmarlamak demektir.  Sipâriş almak: Kendisine bir şey ısmarlanmak. Sipâriş etmek (vermek): Ismarlamak. Günümüzde insanlar teknolojinin sayesinde bir tuşa basarak sipariş verme/alma kolaylığına erişmiştir. Yeni düzen, kar kış kıyamet demeden siparişleri yetiştiren nice “Kahraman Kurye(!)” ortaya çıkartmıştır. Yaşasın modern hayat! Yaşasın modern insan! Yaşasın modernleşme! Yaşasın modernite! Yaşasın modernlik! Yaşasın! Mı acaba?

Pandemi – Kurye

Pandemi[1] günlerinde neredeyse eğlence hâline dönüşen sipariş verme, psikolojimiz üzerinde çok olumlu(!) etkiler yapmıştır. Neden mi? Sosyo-ekonomik durumu ne olursa olsun küçük bir elektronik cihaz yardımıyla herkesin bir ‘emir eri’ haline gelen kuryeler, özenilen hayatlardaki efendi-hizmetçi rollerine bürünülmesine zemin hazırlamıştır. Zengin müşteri fakir kurye. Buradan bir film senaryosu çıkar. Hatta ileride bu durumun hikâyelere, romanlara konu olacağını söylesek abartıya kaçmaz. Ez cümle, biz bu sipariş verme işini sevdik. Nefsimize hoş geldi. Terapistlerin danışanlarına önerecekleri yeni uygulamalar arasına çoktan ‘Sipariş Verin’ girdi bile..! Sipariş verin ve rahatlayın…

Aklıma takılan bir soruyu paylaşayım sizinle. İnsan her istediği şeyin siparişini verebilir mi? Örneğin yüzünü. Sûretini. İç dünyamıza ait bir de sîret meselesi var tabi. Ama o biraz daha derine bir düşünce kazısı gerektiriyor. Sonra değinelim. Biz şimdi surat, yüz, sima, çehre vb. gibi kavramlarla tanımladığımız girintili çıkıntılı, üzerinde farklı geometrik öğeler barındıran, zaman zaman ağlatan zaman zaman güldüren deri yüzeyine bir odaklanalım. Maske siparişi vermek kolay da sûret siparişi vermek kolay mı?

Hiçbir insan fiziksel özellikleri için sipariş vererek mevcudiyetini oluşturmamıştır. Çünkü yaratıcı, sipariş usûlü çalışmaz(!) Ne sipariş alır ne sipariş verir. Alan da O’dur veren de O’dur. Yeni doğan bir insan yavrusu için bu bilinç söz konusu değildir. Böyle bir durum söz konusu olsa bile bebek adına bizim yapacağımız ‘yüz siparişi’ onun değil bizim ‘tercihimiz’ olacaktır. “Beni dünyaya getirirken bana mı sordunuz?” sorgulamasını yapan genç, “Benim yüzümü kafanıza göre neden sipariş verdiniz?” deyiverirse ne cevap vereceksiniz? Nur topu gibi bir sorumuz daha oldu. Bize yol gösterecek. Bu yüz tam olarak kimin? Öyleyse aynaya bak ve kendine şu soruyu sor: Meydana getirildiğinde ne ebeveynlerimde ne de bende ‘fırça’ yok idiyse tam olarak bu yüz kime ait?

Bilim

Bilim dünyası ısmarlama bebekler, tasarımını kendin seç kendin dizayn et gibi çalışmalar yürütse de henüz siparişler yerine getirilemiştir. Sizce tasarım ürünü canlılar meydana getirmeyi %100 başarabilen bilim insanlarının renk(ten) yana tercihleri ne olabilir? Beyaz ırk siyah ırk meselesi..! Sizce ırkçılık bilim gibi ‘ulvî’ bir zeminde bile gözle görülür hâle gelir mi? Bilim dünyasında çatışmalar başlar mı? Daha da kötüsü insan, bilimi bir savaş enstrümanı olarak kullanmak noktasına getirir mi? Son soruya hiç süphesiz evet diyebiliriz. Zira bilim , mutluluk verme vaadi ile çıktığı yolda daha çok acı, keder, ıstırab, elem, varoluşsal sancı, kahır üreterek yola devam etmektedir. Son yüz yıl içinde yaşanan iki büyük dünya savaşı bunun en bariz örneğidir. Hali hazırda yer kürede yaşanan çatışmalarda bilim vasıtasıyla üretilen silahların ne denli zarar verdiğini sayıp dökmeye hacet yok. Birileri silah siparişi vere dursun biz konunun bir başka boyutunu ele alalım.

Çocuk – Boya

Boyalar vardır. Renk renk. Çeşit çeşit. Çocukken resim kağıtlarına mutluluğu dökeriz. Ellerimiz rengarenk duygularımız rengarenk olur. Siyah beyaz değildir asla çocukluk. Sonra büyürüz. Kendimizi renklerle ifade ederiz. Bu sefer kederimizi dökeriz. Renklerin sayısı azalır hayatımızda. Bazıları için siyah beyaz zamanlar vardır. Bazen bu durum büyük sanatsal inşaların yapımını hazırlar. Sonuç olarak sanatın her biçimi makbul ve muhteremdir. Sanat basamağına varmak gerek. Boyalar dedik. Çeşit çeşit. Türlü türlü. Kendini yiyip bitirmek yerine kendini ifade etmek ne güzeldir. Renkler bir ifade biçimidir. Birçok amaçla kullanılır. Bunun yanında bir de Allah’ın boyası var. Allah’ın boyası ile boyanmak[2] önemlidir fakat bu fiziksel bir durum değildir. Renginden dolayı aşağılanan insanlara bunu reva görenler hangi gerekçeyi öne sürmektedir? Yüzümüzü bir tuval kabul edersek irademizin fırçası elimizde midir ki beğenilerimizin paletinden dilediğince seçimler yaparak kendi kendimize bir ‘ben’ çizelim? Şarkıda dediği gibi: “Ben buyum” Ben’i ben yapan O’ysa “Ben kimim?” Bu soruyu bu yazının bitiminde aynaya bakarak kendi kendine sor olur mu ey okuyucu? Cevaplamana gerek yok. Bazı sorular harita gibidir. Size varacağınız menzile kadar eşlik eder. Ontoloji patikasını şiirsiz çıkmayalım:

Yön yön sarılmışım ne yana baksam; Sarılan olur da saran olmaz mı?

Kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam; Geçip de aynaya, soran olmaz mı?[3]

Ayna

Geçip aynaya baktım ve kendime çok sordum. Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gideceğim? Gözlerim, burnum, ağzım, kulaklarım, saçım, kaşım, çenem vb. neden böyle? Neden ‘seçim’ yapmama izin verilmedi? Patika çıkmak zordur. Bilen bilir. Nefes nefese kalırsınız. Ben ki delta düzlüğünde bisiklet sürmüş bir delikanlı. Sorular bana patika çıkmak gibi geliyor. Hele ki ontolojik sorular varlığımın evini mevsim geçişlerinin sert yaşandığı bir konuma dönüştürüyor. Ama alışıyorum. Şiirle yol alıyorum. Şiirin nefes açtığı bilinci ile ontoloji patikasında yol almaya devam ediyorum. Sana da tavsiye ederim ey okuyucu. Her bir tane bir bütünün habercisidir. Parça-bütün ilişkisini kavrayanlar anlamlı bir hayat sürmek için bir adım önde olabilirler. Şâir sorularla ilerlemeye devam ediyor. Ona eşlik edelim:

Bir parçacığım ben, bütüne hasret;  Zaman döne dursun, o güne hasret;

Ruhumsa zamanın üstüne hasret;  Ebediyet boyu bir an… Olmaz mı?[4]

İnsan yüzü ile ilgili yapılan araştırmalar bilim insanlarını hayretten hayrete düşürmüş belki de iç dünyalarında devrim etkisi oluşturmuştur. Zaman bunu gösterecektir. İnsan diyorsak eğer sorular diyoruzdur. Sorusu olmayan insan olur mu? Yok diyorsa da elbet bir gün kişinin kendi sorusu kendini bulur. Buldururlar. Ey okuyucu. Bu satırlara gözlerin bir sebeple değdi ise sorunu bulmuşsun demektir. Aynaya da lüzum yok. Sorular senin aynan olmuştur. Sadi Şirazi’ye sormuşlar: “İnsan nedir?” O da cevap vermiş: “İnsan üç beş damla kan, bin bir endişedir.” Ebediyetin endişesini taşımalı insan değil mi ey okuyucu? Bir gün şakaklarımıza bizim de ‘kar’ yağacak ve kendi kendinize şâirane bir üslûpla şunları söyleyemeyecek miyiz:

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o günler, o şevk, o heyecan?

Bu güler yüzlü adam ben değilim;

Yalandır kaygısız olduğum yalan.[5]

Görüşmek üzere ey okuyucu. Hoşça bak zatına…

MÜLHEM ÖĞRETMEN

2022


[1] 2020 – Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid 19

[2] Bakara Sûresi | 138. Âyet

[3] Necip Fazıl Kısakürek | Olmaz Mı?

[4] Necip Fazıl Kısakürek | Olmaz Mı?

[5] Cahit Sıtkı Tarancı | Otuz Beş Yaş

close

E-Bülten

Ücretsiz e-Bültenimize kaydolun ve en mülhem yazılarımızdan ilk siz haberdar olun.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu