Sözleşme Şartları

Hani özgürdüm? Hani özgürdün? Hani özgürdük? Yaşadığımız hayatta imza attığımız sözleşmeler kontrolü kaybetmemize neden olmuyor mu? Bir dizide oyunculuk yapıyorsunuz ve yapım şirketi belli hassasiyetlerden dolayı proje bitimine kadar sosyal medya hesaplarında “kendin” olmaman gerektiği maddesini koyuyor. Ne demek yani bu? Duygusal bir toplum olarak ekranlarda kahramanımız ilân edilen kişinin aslında öyle olmadığı gerçeği insanı yaralayan bir durum. Gerçeğin bir tokat gibi akla çarpması! Hâliyle yapımcılar ekonomik kaygıyla bu maddeyi koyabilir. Ya da dizi/film setine o güzelim son teknoloji ürünü aracınla gitmemen konusunda bir madde canını sıkabilir. Bunu ‘saçma’ bulabilirsin fakat proje boyunca başına bir zarar gelmesi durumunda yapım şirketinin uğrayacağı zararı bir düşünsenize. Öğretmen olarak çalıştığın özel bir kurum öğrenciler ile ilgili reklam haberlerinin yahut tanıtım paylaşımlarının kişisel sosyal medyan aracılığıyla paylaşılmasını senden ‘rica’ edebilir. Eh. El mahkum. ‘İşini’ kaybetmemek için kendini kaybetmeye göze alırsın. Sonuç: Varoluşsal bir kaygı anaforunda özgürlüğün serabını gören modern çölde bir bedevî…
Özgürlük tanımları her çağda bolca yapılmıştır. Kişi sayısınca özgürlük tanımına rastlamasak da bu konuda fikir üreten kişilerin tanımları altında birleşen nice kitleleri görmüşüzdür. Kimler gelip kimler geçmedi ki tarihin fikir sayfalarından. Özellikle günümüzde tekniğin ve teknolojinin etkisiyle toplumları yönlendirme gücüne erişmiş devletler kendilerince “ikinci ya da üçüncü” gördükleri dünya ülkelerine “özgürlük ithalatı” yapmaktadırlar. Bu ithalat malesef yerel kültürün canını okumakta ve değerleri dezenforme etmekte. Âmiyane tabirle “Ye, İç, Yat” olan bu anlayışın modern insan tanımıyla ilintili olduğunu unutmamak gerekir. 21. Yüzyılda anayasal zemine oturtulan özgürlüğün sözleşmelerle sağlanan bir ‘kazanım’ olduğu düşüncesi yaygındır.
‘Her şeyi yapma ya da her şey olma’ özgürlüğünü elde etmiş gibi düşünen ve davranan insanları gördükçe hayretten hayrete düşüyorum. Oysa hayatımız çeşitli sözleşmelerle günden güne sınırlandırılıp ‘Her şey aslına rücû eder.’ sırrına mazhar bir hale bürünmekte. Ne demek istiyorum? İzah ediyorum. Sosyal medya uygulamalarında aşılan sınırlar bu anlamda çarpıcı bir örnektir. Belli dönem sınırların aşıldığı bu mecralarda artık belli sosyal kriterler önerilmekte ve bu kriterler devlet normu haline getirilmektedir. Bu konuda yasalar çıkarılmakta ve belli yaptırımlarla bireyler karşı karşıya gelmektedirler. Oturduğunuz yerden sevmediğiniz birine ‘hakaret edebilme özgürlüğü’ sınırlandırıldığı için feryad-ü figan edenlerin şaşmak lazım aklına, idrakine, bilgisine vs. Sakın ola çağdaş özgürlük efsanelerine kimse kanmasın. Hangi statüden beslenirseniz beslenin gün gelir size de ‘Haddini Bil’ denir. Olayı daha fazla dramatize ve romantize etmeden somut örneklerle pekiştirelim. Yazının sonunda ismini vereceğim sanatçı, katıldığı bir programda yapım şirketlerinin kendileri ile yaptığı sözleşmelerde bulunan kısıtlayıcı maddelerden örnekler vererek aslında yeterince özgür olmadıkları gerçeğini genç izleyici kitlesine hissettirmeye çalışır. Bize, o hayatlara sahip olunduğunda istediğimiz şeyi istediğimiz zaman istediğimiz ölçüde yapabileceğimiz algısını veren medya bakış açısına minik de olsa bir eleştiri getirir. Tam olarak “Gençlerin gözünü açtı.” diyemesem de önemli bir noktaya değindi. Malesef çağımız belki de hiç olmadığı kadar insan hakkının ihlal edildiği bir çağ haline dönüşmeyeyazmıştır. Ve yine malesef ki bu ihlaller, tam olarak ne olduğu konusunda küresel bir mutabakata varılmamış olan ‘özgürlük’ kavramı adına yapılmaktadır.
Özgürlüğün gölgesinde yasak olmaz mı? İnsanlık tarihini başlattığımız yere göre tavır alalım. Örneğin; cennettesiniz ve hepi topu iki kişisiniz. Sizi yaratan irade size ‘şu ağaca’ yaklaşmanın ‘yasak’ olduğunu söylüyor. Alın size taaaa baştan özgürlüğün belli kısıtlamalarla hayatımızda var olduğuna yalın bir örnek. Yeryüzüne inen insanlar için öyle sınırlar var ki… Midenizin kapasitesi bellidir. Yani sınırlıdır. Acıktığınızda her besinden ‘özgürce’ yiyemezsiniz. Mevsimler değişir. Bahar kışa yerini bırakır. ‘Ben çok güçlüyüm. Bana bir şey olmaz’ diyerek yaka paça açık gezemezsiniz. Bedeninizi kalın giysilerle örtmeniz ve soğuktan korunmanız gerekmektedir. Hastalandınız. Çağın imkanlarına göre ‘İstediğiniz ilacı alın ve iyileşin’ denmez. Denemez. Bunun kararını doktor verir. Örnekler artırılabilir. Çağ değişir. Modern zamanlara kavuşulur. İnsanlığın geçirmiş olduğu milyonlarca yıllık serüven unutulur ve bir çocuk iştahası ile ‘isterim de isterim’ diye tutturulur. ‘Nefsi terbiye etmek’ paradigma olarak reddedilir. Yerine ‘Nefsime amadeyim’ getirilir. Bilirsiniz, paradigma kısaca, çağa hakim olan fikri anlayış demektir. Bugün çağımıza hakim olan fikri anlayış maalesef ki narsistik arzuların beslenmesidir. Kontrolsüz büyüme beraberinde kontrolsüz güce dönüşüp telafisi mümkün olmayan felaketlere yol açar. Atom bombası gerçeği ile yüzleşen insanlık özgürlük naraları atarak yüzsüzleşmektedir. Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu söyleye söyleye düşünce adamlarının dilinde tüy bitti. Bir faniye atom bombası atma özgürlüğünü sunan modern düşünce, sizce insanca yaşama özgürlüğünün önündeki en büyük engel değil midir?
İnsanca yaşamak demek “Ağaca yaklaşmamak” demektir. Her çağın yaklaşılmaması gereken ağacı başka başkadır. Örneğin GDO konusu yaklaşılmaması gereken bir ağaç hükmündedir. Yer küredeki insanlara üretilen tarım ürünleri yetmeyecek diye devasa patatesler, salatalıklar, mısırlar, domatesler vb. üretmek olsa olsa ‘sınırlı’ insan aklının ürünü olabilir. Oysa “Rezzak” olan rızka kefildir. Asıl sorun paylaşımdaki adaletsizliktir. Yusuf’un rüyasını hatırlayın. Başakları hatırlayın. Buğday ve tahıl depolarını hatırlayın. Bu geleneğin[1] temsilcisi batı sizce nasıl yaşıyor ve küresel meselelere nasıl bakıyor?


Mülhem 4
“Komedi Dükkanı” isimli programa tanınan Tolga Çevik, teknoloji konusunda fikirlerin üretildiği “Akışkan Gerçeklik” isimli programda şunları söylüyor:
“Yolda yürürken on kişinin sizi tanıyarak merhaba demesi sizi çok kaygan bir yola sürükleyebilir. Sözleşmelerde yazan şeyler çok önemsenmeyebilir. Bu da başınıza bela olabilir. Bir film için sözleşme imzalarken , “Motosiklete binmeyecek, sete gelirken kendi arabasını kullanmayacak, ” gibi maddelere imza atıyorum. Bu ne ya , her şeyime karışıyorlar da denilebilir , ama adam diyor ki, “Kardeşim biz seni bir şey için aldık, suratın, vücudun 8 hafta boyunca bizim . Sana bir şey olursa battı proje diyor. ” Orda çok haklı. Ve bu da beni kontrol altında tutuyor.
Beni kontrol eden ama benim kontrolüm altında olan şeyler hoşuma gidiyor.”[2]
Sahi, özgür iraden ile gelmediğin şu dünyada imzalar attığın sözleşmelerle yeterince özgürlüğünden tavizler verdin. İşini elde etmek için ve bunu sürdürülebilir kılmak için de tavizler verdin. Kendin için son bir taviz vermeye ne dersin? Sözleşme 1400 küsür yıl önce gönderildi. Hemen imzala ve başla…
MÜLHEM ÖĞRETMEN
Gökyüzüne Sâkin Ol
2022
[1] İsrailoğulları peygamberleri ve Batı ilişkisi
[2] Culture NEXT 2022 | Akışkan Gerçeklik | Tolga Çevik