Tane Tane

Mülhem öğretmen elinde mısır taneleri ile sınıfa girdi. Bir şeyler mırıldanıyor ve her bir mısır tanesini elinde tuttuğu dolu kaseden boş kaseye atıyordu. Karşımızda durdu ve selam verdi. Biraz yüksek bir tonda devam ederek yerine oturdu. Ama tam olarak kelimeleri seçemedim. “Tane tane söylemek lazım.” dedi teslim olmuş bir üslûpla. Arada pencereden dışarı bakıyor ve âlemi seyrediyordu. Bizimse içimizden “Ah şu mısırlar bir patlamış olsa.” diye geçti. Çocukluk işte. Ama unutmayın , mâsum çocukluk…
Mavi gök masalının devam etmesini sağlayan o capcanlı ve hayat dolu gezegene doğru İlham Kuşu’nun rehberliğinde yolculuğa çıktık. Tıpkı Hüdhüd kuşu gibi. Kuşların yol göstericisi olan Hüdhüd doğru yolu gösterip rehber oluyordu. Mülhem öğretmenin masasında duran “İlham Atlası” isimli seyir defterinden okumuştum. Arada bize kendisi de okur ama bazı şeyleri farketmemiz için müsaade eder. Hayal Gemisi’nin kaptan odasında bulunan bir defter. Biraz sırlı biraz esrarlı… Bazı geceler ay ışığında yazılan fikirlerin olduğu bir defter…
Öğretmenin isteği ile elimize boş kovaları çantamıza koymuştuk. Ne işe yarayacağına maceradan sonra karar vereceğiz sanırım. Gökten patlamış mısır yağıyordu. Tersine doğru da patlamamış mısır göğe yükseliyordu. Tam anlamıyla bir med-cezir… Gel – git… Bulutların arasında mısır patlatmak için bir tencere mi var acaba diye düşünmekten kendimi alamadım. Düşünerek ilerledik. En azından ben öyle yaptım.
Asya kıtasının İstanbul isimli efsanevî şehrine doğru inişe geçtik. Efsanevî diyorum çünkü nice medeniyetlere sahne olmuş. Daha önce ilham toplamaya bu şehre çok defa geldiğimiz için artık kuşbakışı görünümü ile buranın İstanbul olduğunu anlayabiliyorum. Sancaktepe’deyiz. Bir evin oturma odasına konuk olduk. Yerde oval bir sofra duruyor. İçinde dört tane boş dört tane de dolu kase var. Dolu kaselerin içinde mısır taneleri var. İki küçük kız ve anne babası edeple oturmuşlar , bir kaseden diğerine tane tane mısır atıyorlar. Mülhem öğretmenin yaptığı gibi de mırıldanıyorlar. Bir aralık Erva yüksek sesle ablasını geçmek için “Allahümme salli alâ Muhammed” deyiverdi. Ablası Ecrin de onu uyarınca anneleri içinizden tane tane söylemeye devam edin dercesine “Ecriiin , Ervaaa“ diye ikâz etti. İsimlerini bu şekilde öğrenmiş olduk. İzlemeye devam ettik. Hepsi kendi paylarına düşen mısır tanelerini bitirip bir kavanoza doldurmuşlardı. Ayrı ayrı dünyalar aynı kavanozda birleşti. Sanırım gelirken gördüğümüz patlamış mısır yağmuru ile bağlantı kurdum bu gördüklerimiz arasında. Ama anlam veremediğim kısımlar var.
“ Salavat , dil , akıl ve kalp ile hatırlamaktır. ”
Hadis-i Şerif
Geri dönüş yolundayız. Patlamış mısır yağmuru altında Hayalistan şehrine doğru yükselişe geçtik. Öğretmen beklenen açıklamaları yaptı. Bu gece İslâm Peygamberi Hz. Muhammed(s.a.v)’in doğum gecesi olan mevlid Kandili’dir. Şimdiye dek yeryüzünde hiçbir insan bu kadar fazla sevilmemiştir. Bu yüzden selam gönderiyorlar. Selam yani salâvat. O’nu kimi Erva gibi dil ile kimi Ecrin gibi akıl ile kimi de anne ve babaları gibi kalp ile hatırlıyorlar. Zaten insan sevdiğiniz hatırlamaz mı? Mısırlara gelince. Mısırlar Ecrin ve Erva’ya annelerinin hediyesi. Patlamış mısır isteyen çocuklarına “Hep birlikte tane tane salâvat çekelim. Ne kadar çekersek ertesi gün bu mısırları patlatırız. Ne dersiniz?” teklifinde bulununca sevinçle kabul ederler. Eve yorgun argın gelen baba da bu “hatırlama” şölenine dâhil olur. Hep birlikte yeryüzünden gökyüzüne , gökyüzünden yeryüzüne doğru olan mısır sağanağının vesilesi olurlar. Birlikten kuvvet doğar. Aynı kavanoza atmasalar Erva küçük olduğu için daha az patlamış mısır yemek zorunda kalabililecekken kalmıyor. Sebebi bir ve beraber olmaları. Tıpkı bizler gibi. Tıpkı kâinat gibi. Tıpkı hayalistan şehri sâkinleri gibi…

İlham Kuşu , bu maceradaki mısırlar adedince salavatları yakalamış ve şiire dönüştürmüştü. İlham kutumuz açıldı. Kutudan parıldayan kelebekler birer birer çıkıyordu. Her kelebek gökyüzü tahtasında yerini aldıkça bir harfe dönüştü. Tıpkı bir tırtılın kelebeğe dönüştüğü gibi. Bu sefer de harf hâline dönüştü.Bu başka bir dönüşümdü. Bambaşka bir dönüşümdü. Harflerden kelimelere , kelimelerden cümlelere , cümlelerden de şiire… Mısralar yerlerini aldı. Şiir belirgin hâle geldi. Son kelebek de kutudan çıktığında “Tane Tane” şiiri gökyüzüne yansıdı:
Bir tane , bir tane , bir tane daha
Dilimle söylerim , bir tane daha
Bir tane , bir tane , bir tane daha
Salâvat çekerim , bir tane daha
Yüz tane , yüz tane , yüz tane daha
Dilimle söylerim , yüz tane daha
Yüz tane , yüz tane , yüz tane daha
Salâvat çekerim , yüz tane daha
Bin tane , bin tane , bin tane daha
Dilimle söylerim , bin tane daha
Bin tane , bin tane , bin tane daha
Salâvat çekerim , bin tane daha
MÂSUM ÇOCUK TANE TANE SALÂVAT ÇEKER.